24 Mart 2014 Pazartesi

YETENEKTEN KARİYERE

YETENEKTEN KARİYERE…
 
Bir ülkenin en büyük sermayesi insan yeteneğidir. Doğuştan getirilen potansiyel güçler olarak tanımlanabilecek yetenekler, hem bir insanın geleceğini hem de ülkenin zenginliğini oluşturan temel değerlerdir. Bu nedenle, bir insanın çocukluktan itibaren gelişme sürecinde yeteneklerinin, ilgi alanlarının saptanması ve geliştirilmesi eğitimin en temel sorunlarından biri olarak görülebilir.
Sorunu ve neler yapılması gerektiğini ortaya koymadan önce, yetenek kavramını ve ilişkili diğer kavramları birbirinden ayırdetmekte yarar var. Yetenek kavramı, daha çok doğuştan getirdiğimiz potansiyel ve yatkınlıklarla ilgili olup “yapabilme” gücümüzü anlatır. Yetenekle iç içe geçen kavramlardan biri beceri kavramıdır. Beceri kavramı, yeteneklerimizin açığa çıkan bölümünü ifade etmekte olup öğrenme ile şekillenen davranışlarımızı ifade eder. Buna bağlı olarak, yeteneklerimizin tümü açığa çıkmamakta, becerilerimiz ise yeteneğimizin tümünü ifade etmemektedir diyebiliriz. İlişkili bir başka kavram da ilgi kavramıdır. İlgi ise, belirli bir etkinlikten, eylemden hoşlanma ve o etkinlik ya da eylemi yapmaya istek duyma halidir.
Bu kavramlar arasındaki ilişkiyi şöyle özetleyebiliriz, yeteneklerimiz, yapabileceklerimiz; becerilerimiz, yaptıklarımız; ilgilerimiz ise hoşlandıklarımız denebilir. Tahmin edileceği gibi, bu üçü arasındaki uyumluluk ya da uyumsuzluk duruma göre farklılaşabilir. Bu nedenle, çocukluktan yetişkinliğe yaptığımız gelecek yolculuğunda, bu üç alanımızın sürekli izlenmesi, gözlemlenmesi ve geliştirilmesi son derece önemlidir. Bu da çocukluktan itibaren bilimsel ve sistematik bir çalışma yapılmasını gerektirmektedir.

Yetenek, beceri ve ilgilerin oluşması ve gelişmesi süreci, doğumdan sonra başlayıp ömür boyu devam eden bir süreçtir. Ancak, özellikle 3-6 yaş döneminin, bu çalışmaları başlatmak için ideal bir zaman olduğu söylenebilir. Doğru yaklaşım ve yöntemlerle yapılacak çalışmalar, çocuklarımızın göz kamaştırıcı yetenek dünyasını gözler önüne serecek ve onlara anlamlı bir gelecek kurmada çok katkı sağlayacaktır.
Okul öncesi dönem çocuklarının yetenek ve beceri gelişimleri ile ilgili iki temel yaklaşım esastır. Gerek eğitim kurumları gerekse anne-babalar bu iki yaklaşım üzerinde ortak anlayışla hareket etmelidir. Bu yaklaşımlar şunlardır:
1. Yetenekleri gözlemleme ve açığa çıkarma
2. Yeteneklere yatırım yapma
Çocukların bugünden başlayarak geleceğine yapılacak yatırımlar, elbette ki, bilimsel bilginin rehberliğinde gerçekleşmelidir. Kişisel ve kurumsal egolarımızın değil, bilimin söylemleri ile yapılacak çalışmalar, çocuklarımızın gelecekteki kişisel kariyerleri için en anlamlı katkılar olacaktır.
 
Anne-babalar, çocukların yetenek ve beceri alanları ile ilgili destekler sağlamak istiyorlarsa, öncelikle kendi bilgilerini geliştirmeye odaklanmalıdır.
Yetenek ve becerilerle ilgili farklı teorik yaklaşımlar olmakla birlikte, günümüzde en bilinen ve yaygın olarak uygulama alanı bulan yaklaşım Howard Gardner’ın “Çoklu Zeka Yaklaşımı”dır. Bu yaklaşım, insanda doğuştan getirilen ve zaman içinde geliştirilebilen sekiz temel yetenek alanı olduğunu söyler. Bu alanlar şunlardır:


 1. Matematiksel-Mantıksal Yetenekler
2. Sözel-Dilsel Yetenekler
3. Sosyal-Kişilerarası İlişki Yetenekleri
4. Kişisel-Özedönük Yetenekler
5. Görsel-Uzamsal Yetenekler
6. Müzikal-İşitsel Yetenekler
7. Bedensel-Kinestetik Yetenekler
8. Doğa Yetenekleri
Bu yetenek ve beceri alanlarının, okul ve aile işbirliği içerisinde sürekli gözlemlenmesi ve desteklenmesi gerekir.
Çocukların yetenek, beceri ve ilgi alanları ile ilgili düzenli ve sürekli gözlemler yapılmalıdır.
Okul öncesi dönem, yetenek, beceri ve ilgilerin henüz olgunlaşmadığı bir dönemdir. 3-6 yaş arasındaki çocuğa ilişkin gözlem ve değerlendirmelerde bu gerçek göz ardı edilmemelidir. Her ne kadar deha düzeyinde yeteneğe sahip çocukları çok erken yaşlarda farketmek mümkün olsa da, bunun dışındaki çocuklarda yetenek baskınlığına ilişkin kesin kanaatler oluşturmak genelde pek mümkün değildir. Önemli olan, çocuğun yetenek ve yönelimleri ile ilgili takibin bilinçli ve düzenli bir şekilde yapılması ve çocuğun yetenek ve becerileri açısından kararlı alanların zaman içinde anlaşılmaya çalışılmasıdır.


Çocuklarla ilgili yapılacak gözlem ve değerlendirmelerde dikkat edilmesi gereken bir nokta da, çocuğun diğer çocuklarla karşılaştırmasından daha çok kendi yetenek, beceri ve yönelimleri arasındaki karşılaştırmalara odaklanma gerekliliğidir. Aslında, bir çocuğun yetenek ve yatkınlıklarının diğer çocuklarla karşılaştırılmasına bağlı norm odaklı değerlendirmeler, değerlendirilen yetenek açısından çocuğun yaşıtlarından ne kadar ileride olduğunu ortaya koyar ki, bu da çocuğun üstün ve özel yetenekleri hakkında önemli bilgiler sağlar. Buna karşın, bir okul ortamınd
a sadece üstün ve özel yeteneklere odaklanmak doğru değildir. Elbette ki, üstün ve özel yetenekleri olan çocuklar da dikkate alınmalı ve her tür destek sağlanmalıdır. Ancak, sadece üstün çocuklar değil, diğer tüm çocukların da kendi yetenekleri arasındaki karşılaştırmalar yapılarak, baskın alanları hakkında ipuçları elde edilmeli ve çocuğun gelecek planlaması yapılırken bu bilgilerden yararlanılmalıdır.
Son olarak vurgulanması gereken nokta da, bu yaş çocuklarında zaman içinde değişiklikler meydana gelebileceğidir. Özellikle de, yeteneklerden henüz açığa çıkmamış olanlar, çocuğun gelişim seyrine göre zaman içinde ortaya çıkabilir. Bu nedenle, özellikle de anne-babaların, çocuklarında o güne kadar gözlemledikleri ve olduğuna kanaat getirdikleri yeteneklerine saplanıp kalmamaları gerekir. Bu, bir tür “yetenek körlüğü” olur ki, çocuk için bir çok yeni fırsatın kaçırılmasına neden olabilir. Önemli olan, çocuğu belirli yetenek alanları ile sınırlı değerlendirmek değil, esnek bir bakış açısıyla, süreç içinde yeni gelişmeleri de hesaba katmaktır.
Çocukların yetenek ve yatkınlıklarının uzmanlık düzeyinde ele alınıp değerlendirilmesi de oldukça önemlidir. Nihayetinde, çocukta belirlenecek yetenek ve yönelimler, onun gelecek planlarının da önemli belirleyicisi olacaktır. Bu nedenle, bu aşamada yapılacak hatalar, gelecekteki kararlar açısından da hatalı bir başlangıç noktası oluşturmaya neden olabilir. Bunu aşmanın en mantıklı yolu da, uzman desteği alınmasıdır.
 
Anne-babalar çocuklara, yetenek ve yatkınlıklarını destekleyecek ortamlar sağlamalıdır.
Okul öncesi dönemde çocukların yetenek ve yatkınlıklarına ilişkin çeşitli eğitim ortamları sunmak son derece önemlidir. Çocuğun çocuk olduğu ve eğlenme ihtiyacı gözardı edilmeden, yetenekleri ile ilgili çeşitli destekleyici etkinliklerle buluşturulması günümüz için artık bir gerekliliktir. Çocukların yeteneklerine yapılacak bu tür yatırımlar önemli olmakla birlikte, anne-babaların gözden kaçırmamaları gereken bazı noktalardan da söz etmek gerekir:
·      Verilen eğitimler sonucunda çocuğun “deha” olmasını beklememek gerekir.
·      Çocuğun, bir eğitimi sonuna kadar takip edip bundan sonra da sadece o alanda performans göstermesi için zorlamamak gerekir.
·      Yetenek alanlarına yönelik eğitimlerin zaman içinde çeşitlendirilmesi yararlı olur. Böylece çocukların hangi eğitimlerde daha iyi performans sergilediği ve hangi tür etkinliklerden hoşlandığı daha iyi anlaşılmış olur.
·      Çocuğun belirli bir alanda yeteneklerinin olması o alana ilgi duyacağı anlamına gelmemelidir. Bu nedenle, anne-baba belirli bir yetenek alanı için yönlendirme yaptığında, çocuğun bu alanda bir şeyler yapmak istememesi doğal karşılanmalı ve çocuğun üstüne gidilmemelidir.
Çocuklarımız yarının geleceği olacaksa, bu gelecek onların “severek” “yapabildikleri” alanlarda şekillenmelidir. Bu da, ancak biz yetişkinlerin gerçekçi ve bilimsel nitelikteki çabaları ile mümkündür. Biz yetişkinlere düşen sorumluluk, onların bugünkü hayallerini gelecekteki gerçeklikleri haline dönüştürmelerine destek vermektir.
 OKTAY AYDIN
 
 
 
 

17 Mart 2014 Pazartesi

ANNE BABALIK FELSEFESİ

Anne - Babalık felsefesi

Evlenip yuva kurmak, çocuk sahibi olmak, bir insanın hayatındaki en önemli süreçlerdendir. Özellikle ülkemizdeki gibi geleneksel kültürün egemen olduğu toplumlarda bu süreçlerin daha da özel bir yeri vardır. Bir anlamda bekarlıktan evliliğe geçişle adeta sınıfsal bir değişim yaşanmış olur. Evlilik sürecinin içindeki en özel zaman da çocuk sahibi olmaktır. Eşlerin çocuktan önceki hayatı ile sonraki hayatı arasında çok önemli farklılıklar vardır. Bu nedenle çocuk sahibi olmak oldukça ciddi bir karardır.
Geleneksel kültürde bütün bu süreçler programlanmıştır. Bir anlamda kişilerin çok da fazla düşünmesi gerekmez. Zamanı gelince askere gidilir, zamanı gelince meslek sahibi olunur, zamanı gelince evlilik olur, zamanı gelince çocuk olur. Zamanı ve süreci tayin eden kültürün normlarıdır. Bu her toplum için belirli ölçülerde geçerli bir işleyiştir. Ancak kültürel belirlemelerin yanında, gerçek dünyanın gerçek koşulları da kesinlikle gözardı edilmemelidir. Bu açıdan bakıldığında, eşlerin çocuk sahibi olmaya karar vermelerinde üç temel koşulun yerine getirilmiş olması gerekir:
1. Bir çocuğun ihtiyaçlarını uzun süre karşılayabilecek düzeyde ekonomik gelire sahip olmak
2. Bir çocuğun yetiştirilmesi yükünü kaldırabilecek bir duygusal hazır oluşa ve olgunluğa sahip olmak
3. Bir çocuğun sağlıklı ve doğru bir şekilde yetiştirilmesine uygun bir evlilik kalitesine sahip olmak
Anne-babaların çocuklarına yönelik olumsuz davranışlarının bir bölümünde, kişisel yaşantılarının ve evlilikteki geçmişlerinin yansımalarını görmek mümkündür. Çünkü genel anlamda söz konusu üç koşul pek de dikkate alınmadan çocuk sahibi olanlar hiç de az değildir.
Çocuğun yetiştirilmesi süreci, kimi zaman hazlar, neşe, coşku, eğlence ve mutluluk dolu iken kimi zamanlar da krizler, sorunlar, öfkeler, inatlaşmalar, baskılar, korkutmalarla doludur. Hatta kimileri için bu süreçte şiddete de yer vardır.
Çocuk yetiştirmek büyük bir mutluluk olmakla birlikte gerçekten oldukça da zor bir iştir. Anne-baba gerektiğinde kendini bile ihmal edebilir ama çocuğunu ihmal edemez ve etme hakkına sahip değildir. Bütün zaman planlamalarını çocuğa göre yapmak zorundadır. Onu hayatının merkezine koymak ve ona göre yaşamayı öğrenmek durumundadır. En azından uzunca bir süre bu böyle sürüp gider.
Çocuk yetiştirme sürecinin anne-baba için daha kolay ve yapıcı, çocuk için de daha verimli geçebilmesinin sorumluluğu anne-babaya aittir. Çoğu anne-baba iyi niyetli olarak bir çok kitap okur, eğitim ve seminer çalışmalarına katılır ve böylece bilgisini artırır. Bütün bu emekler çok sevdiği yavrusunun geleceğine yapılmış bir yatırımdır aslında.
Çocuk yetiştirme ile ilgili olarak anne-babanın yapması gereken ilk ve en önemli adımlardan biri "anne-babalık felsefesi” ya da "çocuk yetiştirme felsefesi” geliştirmektir. Felsefi bir algılama, davranışların düşünsel temellere sahip olması demektir. Çocuk yetiştirme ile ilgili olarak harcanan çabaların amacına ulaşması da aslında bu felsefi algılama ile mümkündür.
Anne-babalık felsefesi, çocuğa yönelik davranışlarla ilgili olarak "neden” ve "niçin” sorularına cevap vermeyi sağlar. Böylece anne-baba davranışları, belirli bir bilinç içeriğine sahip olmuş olur. Bu bilinç, ilişkilerle ilgili bütünsel bir fotoğraf geliştirmeyi sağlar. Böylece söz konusu ilişkiler derinlik ve genişlik kazanır. Bu bilince sahip anne-babalar, çocuklarıyla ilişkilerinde anlık durumlara değil, bütüne odaklanırlar. Durumsal tartışmalar ve kızgınlıklar, gelip geçici olur ve ilişkinin geneline zarar veremez.
Anne-babalık felsefesi, çocuk yetiştirmede tutarlı, kararlı ve anlamlı olabilmenin de belirleyicisidir. Davranışlarının altında belirli bir düşünsel alt yapı bulunan anne-babalar için doğru-yanlış, iyi-kötü kavramları, sorgulama ürünü olarak kazanıldığından, ilişkilerde ve iletişimde bu kavramlar aktif olur. Dolayısıyla anne-baba çocuğuna bir tepki gösterirken, bu tepkiye inandıkları için arkasında durma gücünü de gösterebilirler. Doğal olarak bu davranış mentalitesi, zaman içinde çocuğun da davranışlarına derinlik kazandırır.
Anne-babalık felsefesinin kazandırdığı en önemli özelliklerden biri de, çeşitli şekillerde öğrenilmiş olan iletişim tekniklerinin içselleştirilmesi ile ilgilidir. İletişim becerileri kapsamında beden dili, dinleme ve konuşma becerileri gibi davranış yapıları yer alır. Bu davranış kalıpları, aslında teknik bir beceri konusudur. Elbette ki bu teknik beceriler iletişimde son derece önemlidir. Ancak iletişim, bu teknik becerilerden çok daha öte bir şeydir. Kaldı ki, düşünsel bir alt yapıdan yoksun olduğunda söz konusu teknik becerilerin etkili olması beklenemez. Aksine kuru, anlamsız ve yapay bir yığın kalıp davranış olarak kalır.
Filozofik bir tavırla anne-babalık yapan eşler, bu teknik becerileri içselleştirebilir ve hayatının günlük rutin bir uygulaması haline getirebilirler. Bu teknik beceriler, kendi fotoğraflarının güzel bir parçası olur.
Anne-babalık felsefesi ya da çocuk yetiştirme felsefesi nasıl geliştirilebilir? Bu felsefenin oluşturulması çok kısa sürede çözümlenecek bir sorun değildir. Belirli bir felsefe ve bakış açısı geliştirmek bilgi ve düşünmenin harmanlanması ile şekillenebilir. Bu nedenle, anne-babanın, daha çocuk sahibi olmadan bu konuda hem bilgilerini artırmaları hem de aralarında konu ile ilgili sık sık görüş alış verişinde bulunmaları gerekir.
Toplumumuzda eşler arasında böylesi bir paylaşımdan söz etmek çoğu zaman oldukça zordur. Ancak okulların açılmakta olduğu bugünlerde, anne-babaların bu konuyu tekrar gözden geçirmeleri oldukça anlamlı olur. Anne ve babalar, bu konuda gerçek anlamda zaman ayırıp aralarında düşünce alış verişinde bulunmalı ve kendi aile değerlerini, çocuk yetiştirme tutumlarını, iletişimle ilgili önceliklerini netleştirmelidirler. Yıl içerisinde çeşitli dönemlerde de aldıkları bu kararları gözden geçirmeli ve gerekli güncellemeleri yapmalıdırlar.
Anne-babalık felsefesi oluşturmak için doğru soruları sormakla işe başlamak gerekir. Her anne-baba şu soruları birbirlerine sorarak süreci başlatabilirler:
- İnsanın doğası iyi midir, kötü müdür?
- İnsan özgür müdür?
- Çocuğumun özellikleri nedir?
- Nasıl bir çocuk istiyorum?
Anne-babalar, entellektüel yönden kendilerini geliştirirken şunu da hiç unutmamalıdırlar. Bütün bu felsefi ve düşünsel süreçler, ancak sevgiyle yüceltilebilir. Anne-baba, ailelerinin felsefi söylemlerini olgunlaştırırken çocuğu sevmenin de tadını çıkarmalı, onu doğaçlama ve koşulsuz sevgi ile doya doya kucaklamalıdırlar.
Yrd. Doç. Dr. Oktay AydınMarmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi
oktayaydin@emarakademi.com

19 Ekim 2013 Cumartesi

OTİZM NEDİR

OTİZM NEDİR?    


Çocuğunuzda aynı yaştaki diğer çocukların davranışlarından farklı davranışlar gözlüyorsanız kaygılanabilirsiniz. Bu davranışların otizm belirtisi olabileceğini düşünüyorsanız otizmin ne olduğunu, sizi ve ailenizi ne şekilde etkileyeceğini bilmek isteyebilirsiniz. Otizm, doğuştan gelen ya da yaşamın ilk üç yılında ortaya çıkan karmaşık bir gelişimsel bozukluktur. Otizmin, beynin yapısını ya da işleyişini etkileyen bazı sinir sistemi sorunlardan kaynaklandığı sanılmaktadır. Sizin hatanız değil! Otizme neler yol açar? Bugün için bu soruya verilebilecek en doğru yanıt Otizme nelerin yol açtığı bilinmiyor yanıtı olacaktır. Otizmin anne-babadan kalıtım yoluyla geçmiş olabileceğinden kuşkulanılmaktadır. Dolayısıyla, bu yönde pek çok araştırma yapılmaktadır. Ancak, henüz otizmin geni bulunabilmiş değildir. Otizmin çevresel faktörlerle tetiklendiği düşünülmektedir. Otizme her çeşit toplumda, ırkta ve ailede rastlanmaktadır. Dolayısıyla, bu özelliklerin hiç birinin otizmle ilişkili olmadığı kabuledilmektedir. Öyleyse, otizmin çocuk yetiştirme özellikleriyle ya da ailenin ekonomik koşullarıyla ilişkisi yoktur. Yalnız değilsiniz! Otizm, günümüzde rastlanan en yaygın nörolojik bozukluktur ve Hastalıkları Kontrol Etme ve Önleme Merkezi (Centers for Disease Control Prevention)'nin 2012 verilerine göre 88'de 1 görülme sıklığı vardır. Bu yaygınlık bilgileri Birleşik Devletler kaynaklı iken, ülkemizde otistik bozukluğun yaygınlığına ilişkin henüz yeterli bilimsel veri bulunmamaktadır. Otistik bozukluğun tüm ırklarda, etnik gruplarda ya da sosyal statüsü farklı gruplarda görülebileceği, ailenin gelir durumu, yaşam biçimi ve eğitim düzeyi ile otistik bozukluk arasında bir bağ olmadığı vurgulanmaktadır. Cinsiyetle ilişkili olarak alanyazında farklı görülme sıklığı bilgileri bulunmasına rağmen, ortak görüş, erkeklerde kızlardan daha fazla görüldüğüdür Otizm tanısı alan çocukların çoğunda değişik derecelerde öğrenme güçlüğü ve zeka geriliği de görülebilir. Otizm, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de son yıllarda adı çok sık duyulan bir özel eğitim kategorisidir. Otizm terimi, zaman içinde yerini, otizm spektrum bozuklukları (ASD - autism spectrum disorders) terimine bırakmıştır. Otizm spektrum bozuklukları, yaygın gelişimsel bozukluklarla (pervasive developmental disorders - PDD) eşanlamlı olup, ileri düzeyde ve karmaşık bir gelişimsel yetersizlik anlamında kullanılmaktadır. Otizm ise, bu şemsiye altında yer alan kategorilerden yalnızca biridir. Otizm spektrum bozukluğu kavramı ile ilişkili belli başlı olgular şöyle sıralanabilir;
Otizm spektrum bozukluğunun nörolojik nedenlerden kaynaklandığı sanılmaktadır. Otizm spektrum bozukluğu tanılı bireylerin önemli bir bölümünde (yaklaşık %35), beyindeki anormal elektrik hareketlerine bağlı olarak; nöbet, istemsiz hareketler, bilinç yitimi vb. nörolojik sorunlar da görülebilir.
Otizm spektrum bozukluğu bir ruh hastalığı değildir; ancak, belirtileri bazı ruh hastalıklarını çağrıştırabilir.
Yapılan bilimsel araştırmalar, otizm spektrum bozukluğunun çocuk yetiştirme özellikleriyle ya da ailenin sosyal - ekonomik özellikleriyle ilişkisi olmadığını göstermiştir.
Otizm spektrum bozukluğunun kalıtsal olabileceği yönünde bulgular vardır; ancak, buna yol açan gen ya da genler henüz bulunmuş değildir.
Önceki yıllarda otizm spektrum bozukluğunun görülme oranının 500'de bir olduğu kabul edilirken, son verilere göre, otizm spektrum bozukluğunun yaklaşık her 88 çocuktan birini etkilediği düşünülmektedir. Ayrıca, erkeklerdeki yaygınlığı kızlardan dört kat fazladır.
Sanıldığının aksine, otizm spektrum bozukluğu tanılı bireylerin çoğunda, farklı düzeylerde zeka geriliği görülür. Ayrıca, zeka testlerinde, belli alanlar, diğer alanlara kıyasla çok daha geri çıkabilir.
Otizm spektrum bozukluğu tanılı bireylerin pek azında (yaklaşık %10), çok güçlü bellek, müzik yeteneği vb. üstün özelliklere rastlanır.
  Amerikan Psikiyatri Birliği'nin 2000 yılında yayımladığı kılavuza göre (DSM-IV-TR), otizm spektrum bozukluğu kapsamında beş ayrı kategori yer almaktadır:
Otizm (Otistik bozukluk)
Asperger  sendromu
Atipik otizm (Başka türlü adlandırılamayan otistik/yaygın gelişimsel bozukluk)
Çocukluk dezentegratif bozukluğu
Rett  sendromu

KAYNAK: http://www.tohumotizm.org.tr/ 
ALINTIDIR…

ARAŞTIRAN YAZAN:DAMLA ÖZKAN…

29 Eylül 2013 Pazar

Geç Konuşan Çocuklara Ailenin Desteği Nasıl Olmalı

ÇOCUKLARDA GEÇ KONUŞMA VE NEDENLERİ…

ÇOCUK NEDEN GEÇ KONUŞUR

Konuşma nedir ilk önce onu elle alalım…
Düşüncelerin bir kişiye ya da bir topluluğa aksettirilmesi ve karşı taraf ile karşılıklı fikir alışverişinde bulunmak konuşma olarak adlandırılmaktadır.


Çocuklarda konuşma
12-36 ay arasındaki çocuklarımız dil ve iletişim becerileri hızlı bir gelişim göstermektedir. Daha karmaşık olan dil yapılarını kullanmaya başlar. Daha karmaşık olan komutları izleyebilir, ihtiyacı olan ya da istediği şeyleri dile getirebilir.
Erkek çocukları kız çocuklarına kıyasla daha geç konuşmaktadır!!!

Geç konuşmaya yol açan diğer etkenler

Yalnız kalma: İnsanlarla fazla bir arada kalmayan, kendi haline bırakılan, onunla fazla konuşulmayan çocuklar geç konuşabilir. Çocuklarımızı yalnız bırakmayıp bol bol konuşmalıyız

Televizyon izleme: Özellikle 0–3 yaş döneminde televizyon izleyen çocuklarda dış dünyadan kopma, kendi halinde olma eğilimi, insanlardan ve insanlar arası ilişkilerden uzaklaşma, nesneler ile daha fazla ilgilenme, duygusal alışverişten vazgeçme, konuşmama, yaşıtları ile ilgilenmeme, seslenince bakmama gibi durumlar gözlenebilir.

Evde model alacak kişilerin azlığı: Bunun yanı sıra evde kullanılan dilin niteliğinin bozuk olması da çocuğun konuşma gelişimini etkiler.

Çocuğun içe kapanık olması: İçe kapalı kişilik yapısı ya da kaza benzeri durumlar sonrası yaşanan şoklar da çocukların konuşma yaşını etkileyebilir.

Kardeş kıskançlığı: Kardeşi olan çocuklar kendilerine ilgi gösterilmediğini düşünüp konuşmayarak tepki verebilirler.

Ailevi faktör: Ailede iki dil kullanıldığı durumlarda çocuklar geç konuşabilirler.iki yabancı dil konuşulması çocuğun ikilemde kalıp kelimeleri tam oturmamasını sağladığı için kelimenin düzgün veya net çıkmasına yada hiç konuşamamasına neden olur.

Bir başka neden ise;
Çocuğun ailesinden yeterli ilgi ve sevgiyi görmemesi, kaza ya da buna benzer travmatik durumlar, çocuğu duygusal olarak etkiler ve konuşmayı geciktirebilir. Ailenin çocuğuna aşırı düşkünlüğüne bağlı olarak çocuk daha ihtiyacını söylemeye çalışırken ona söyleme fırsatı vermeden ihtiyacını gidermeye çalışması da önemli bir etmendir. Aile çocuğa isteğini dile getirme fırsatını vermez ise çocuk, sonraki zamanlarda söylemeye ihtiyaç duymayacak ve konuşma çalışması yapamayacaktır. Bu durumdaki çocuklar, 3–4 yaşına geldiği halde konuşmayabilirler.
Çocuklar, iyi konuşuncaya dek ihtiyaç ve isteklerini beden hareketleriyle veya farklı seslerle ifade eder. Örneğin oyuncağı istediğinde eliyle gösterip “ıh ıh” diyerek “bana ver” demek istemektedir. Konuşmanın oluşmaya başlamasından sonra bu şekildeki ifadelerle yetinilmemeli, hemen istediğini yapmamalı ve çocuk konuşmaya özendirilmelidir (“Ver de vereyim” gibi), bu yapılmadığında böyle ifadelerle anne babasının kendisini anladığını gören, işini yaptırmaya alışan çocuk, konuşmayı erteler. Ayrıca çocuğun söyledikleriyle ilgilenilmemesi, bir şey söylediğinde duymamış gibi yapılması ve tepki verilmemesi ile onunla yeterince konuşulmaması, masal anlatılmaması, kitap okunmaması gibi hallerde çocuk dil gelişimi bakımından yaşıtlarından geri kalır. Çocuğun hazır olmadığı, istemediği anlarda konuşması için zorlanması da konuşmaya karşı direnç göstermesine yol açar.
Peki çocuğumuzun geç konuşmaması için ne yapmalıyız,
       İşte size birkaç öneri…

               

Dil Gelişimlerinin Desteklenmesi
Öğrenme problemleri olan çocukların konuşma ve konuşulanları anlama problemleri de olabilir. Konuşamayan ve söylenenleri anlamayan çocukların normal çocuklardan daha çok yardıma ihtiyaçları vardır. Yeterli yardımı gördükleri takdirde onlar da konuşmayı ve konuşulanları anlamayı öğrenebilirler. Bu çocukların, daha iyi sözel ilişkiler kurabilmeleri için yapabileceklerimizi şöyle sıralayabiliriz:
1. İyi bir dinleyici olun. Eğer kendisini dinleyen birisi yoksa çocuğun konuşma egzersizi yapması zor olur. Çocuğun kendisini konuşmaya teşvik edecek birilerine ihtiyacı vardır. Ciddi olarak dinlenildiğini fark ederse, bu onun için yeterli bir teşvik olacaktır.
Konuşma problemi olan çocukların konuşmalarını anlamak zordur fakat dinleye dinleye söylediklerini anlamanız kolaylaşır.
2. Yaptığınız iş hakkında konuşun. Çocukların ilk konuşmaları yapılmakta olan işler, olup bitenler hakkındadır. Çocukla birlikte bir iş yaparken o iş hakkında konuşun. Mesela, yapılan bir hareketi yorumlayın. “Ahmet, tokalaşırken elini aşağı yukarı doğru sallıyor. Haydi, hepimiz öyle yapalım ve ‘aşağı yukarı’ diye söyleyelim” gibi.
3. Basit talimatlar verin. Dil problemi olan çocuklar, bazen yapmasını istediğiniz şeyleri yapmazlar. Bunun sebebi söylenileni anlamamalarıdır. Aşağıdaki tavsiyelere dikkat ederek verilen talimatları anlamalarına yardım edebilirsiniz:
- Dikkatlerini çekin.
- Dil gelişimlerine uygun bir seviyede hitap edin. Bu çocuklar, konuşmaktan çok dinlemeye eğilimlidirler. Size iki-üç kelime ile hitap ediyorlarsa siz de iki-üç kelimelik cevaplar verin.
- Konuşurken resim veya hareket kullanarak ne yapacaklarını gösterin. Hâlâ anlamıyorlarsa, bedenlerini tutarak hareket ettirin ve yapmaları gereken hareketi adım adım gösterin.
4. Mevcut bilgilerini kullanın. Öğrenmenin en kolay yolu, bilinenleri yeni öğrenilecek bilgilerle birleştirmektir. Çocuğun ilgi duyduğu ve bildiği konuyla çağrışım kurarak, benzetmeler kullanarak gelişen konuşmalar, dil gelişimine yardımcı olur.
5. Yanlış telaffuz ettikleri kelimeleri düzeltin. Çocukların yanlış söylediği kelimeleri düzelterek tekrarlamaya ‘modelleştirme’ denir. Modelleştirme, kelimelerin doğrusunu işitme yoluyla, yanlışların büyümesini ve kökleşmesini engeller.
6. Cümlelerini uzatın. Çocuğun söylediği cümleyi tekrarlarken basit ve anlamlı kelimeler ekleyin. Bu uzatmalı tekrar, hem onun ne söylediğini anladığınızı gösterir, hem de çocuk kullanabileceği yeni kelimeler duymuş olur.
Örneğin; “Ben dün denize giderdim” diyen çocuğa; “Doğru, sen dün annen ve kardeşinle denize gittin” diyerek aynı zamanda yanlışını da düzeltmiş olursunuz.
7. Evlerinden özel şeyler getirmelerine izin verin ve bunları arkadaşları ile paylaşmaları için zaman ayırın.
8. Onları, duygularını ifade etmeleri için teşvik edin. Bir arkadaşına kızdığını söyleyebilmek, belki de çocuğun ona vurma ihtiyacını engelleyebilir.
9. Sınıfta mümkün olduğunca değişik işler yapmalarına izin verin.
10. Kısa şarkılar öğretin. Konuşma yeteneklerini kuvvetlendirecek küçük konser ve gösteriler düzenleyin. Resimler üzerinden hikâyeler uydurmalarını veya rüyalarını anlatmalarını sağlayın
Çocuğunuzun Geç Konuşma Riskini Göz Önüne Alarak;
·         Çocuğunuza sevgi ve ilgi gösterin, sık sık konuşun onunla.
·         Ona hitap ederken tane tane ve düzgün konuşun.
·         Sık sık soru sorun.
·         Çocuğunuz bazı sözcükleri akıcı söyleyemediğinde sabırlı davranın, ona baskı uygulamayın. Hayır yanlış kelimesini kullanmayın.
·         Daha ilk hece ve sesleri çıkartmaya başladığında, söylediği sesleri ona tekrarlatın.
·         Onu insanlar arasında bulundurun, fazla kendi başına kalmasına izin vermeyin.
·         Mümkün olduğunca yaşıtlarıyla oyun oynamasını sağlayın.
·         Bir nesneyi eline aldığında onunla ilgili ona bir şeyler anlatın.
·         Özellikle 0-3 yaş döneminde mümkün olduğunca televizyon izlettirmeyin. Eğer bebek ya da çocuk kanalı izliyorsa, gördükleri hakkında açıklama yapın.
·         Onun işaretle gösterip de istediklerini hemen yerine getirmek yerine konuşarak yönlendirin, anlatmasını sağlayın.
·         Ona kitap okuyun, masal anlatın, ninni söyleyin.
·         Size bir şey söylediğinde karşılık verin.
·         Onunla yaratıcı oyunlar oynayın.
·         Sağlıklı beslenmesine, yeterli uyku uyumasına özen gösterin.
·         Kesinlikle çocuğunuzla bebek dilinde konuşmayın onunda bir büyük insan olduğunu unutmayın
·         Başkaların çocuğu ile kıyaslamayın

Damla Özkan Çocuk Gelişimi Uzmanı


Kaynak: www.Psikorehber.com, çok sayıda makaleden alıntı..

24 Eylül 2013 Salı

KORKU

KORKU

Çocukluk Döneminde Korkular ve Anne Babanın Yaklaşımı

 

            Korku; tehlikeler karşısında gösterilen doğal bir tepkidir. Bilinmeyen ve beklenmeyen şeyler çocuklarda korku yaratabilir.Her çocuk tehlikeli ve yabancı şeylere karşı korku duyabilir. Korkulacak şeyler ve korkunun şiddeti artığı zaman çocuk, kaygılı bir kişilik geliştirmeye başlar.

            Bazı ailelerde çocuklar korkutularak büyütülürler.Çocuk yetirmede kolay olan bu yöntem, sonuç vermediği gibi çocuk açısından da son derece zararlıdır. Kimi çocukların evde korkutulmadığı halde ürkek ve korkak oldukları görünmektedir.Eğer anne ve baba birçok şeyden korkuyorsa çocuğunda korkması doğaldır.Bazı aileler ise çocuğu duygusal açıdan korkutma eğilimindedirler. Bu yöntemle çocuğun davranışının değiştirilmesi amaçlanır. Ancak bu durum çocukta içten içe tedirginlik yaratır, çocuk suçluluk duygusuna kapılır ve annesini kaybetmekten korkar.

            Korku birinci yaşın ikinci yaşın yarısında artış gösterir. Küçükken yeni bir oyuncağı hemen atlayıp kavrarken daha büyüdüğü zaman bu yeni oyuncağı tutmakta kısa bir tereddüt geçirir, ve yine bu dönemde yükseklik korkusunun da başladığı görülmektedir. Bu dönemin en çarpıcı konusu “yabancı korkusu” dur. Ancak bebeğin yabancılara verdiği tepki bebeğin mizacına, daha önce yabancılarla olan deneyimlerinden, bebek ile yabancının karşılaştığı durum ve ortamdan etkilenir.

            Genellikle korku ve kaygı kavramlarının birbirine karıştırıldığı görülmektedir. Aralarında küçük ve önemli bir fark vardır. Korkunun belli bir kaynağı vardır. Örneğin; çocuk köpekten veya elektrik süpürgesi sesinden korkabilir. Ancak kaygının kaynağı belli değildir. Kaygılı çocuklar bir endişe duyarlar ama nedenini de tam olarak bilemezler. Yeni bir yere taşınma, anne baba tutumlarında ani bir değişiklik gibi durumlar kaygıya yol açabilir. Örneğin;  çocuk uyandığında kendisini hiç tanımadığı bir yerde ve hiç tanımadığı kişilerin arasında bulursa bu da kaygıya yol açabilir.

            Bazı korkuların kaynağı da çocuğun hayal gücüdür. Örneğin; gece yatarken tavanda oluşan bir gölge korku duymasına yol açabilir.

            Okul öncesi dönemde  daha önceki korkuları yerini yenilere bırakır. Daha küçükken yüksek sesler, ani hareketler, gölgeler, yabancılar, elektrik süpürgesi korku yaratır.Okul öncesi dönemde bu korkular yerini hayvan korkuları, hayali yaratıklar, karanlık, yalnız kalma, incinme, yaralanma, tıbbı müdahaleler korku yaratır.

            Korkular da bireysel farklılıklar çok fazladır. Bir çocuğu çok fazla korkutan bir şey başka bir çocuğu güldürebilir.

 

Çocuklardaki Korku Tepkileri Nelerdir?

 

            Korkmuş bir bebek ağlamak, çığlık atma ve anne-babaya sarılma şeklinde tepki gösterir. Anne babanın yanından ayrılmak istemez. Yürüme becerilerini kazanan bir çocuk eşyanın arkasına saklanabilir. Dil gelişimi yeterli düzeyde olan bir çocuk nelerden korktuğunu sözül olarak ifade edecektir. Bu durumda nelerden korktuğunu öğrenebilir ve korkularını ona tanımlayarak rahatlamasını sağlayabilirsiniz. Bazı çocuklar korktuklarında kekeleyebilir. Sizinle akşamları yatmak isteyebilir.Mide bulanması kusma, kalp ritminde artma gözlemleye bilirsiniz. Yanından ayrıldığınızda endişesi artar. Gece korkulu rüyalar görmeye başlar. Ağlayarak uykudan uyanabilir, iştahsızlık görülebilir.

           

Korku Yaşayan Bir Çocuğunuz Varsa Ona Nasıl Davranmalısınız?

 

            * Öncelikle çocuğun neden korktuğu tespit edilmelidir.

            * Korktuğu şeyin tanımlamasını isteyin. Yaşadığı duyguları paylaşarak onu ve korkularını önemsediğinizi hissettirin.

            * Onu dinlerken endişeli olmayın. Korkmuş olan bir çocuk sizin korktuğunuzu hissederse endişe düzeyi daha da artacaktır.

            * Yalnız olmadığını,  yanında olduğunuzu, güvende ve her şeyin yolunda olduğunu hissettirin. Bunu ses tonunuzla, mimik ve davranışınızla sağlayabilirsiniz. Rahat ve sakin olmalısınız,

            * Ona dokunarak rahatlamasını sağlayabilirsiniz.

            * Korktuğu şeyle ilgili açıklama yaparak ona güven vermeye çalışmalısınız. Örneğin; canavarlardan korkan bir çocuğunuz söz konusu ise aslında canavar diye bir şeyin olmadığını, bunun sadece masallarda olabileceğini açıklayın. Odasını birlikte gezerek, dolapların içine bakarak hiçbirşeyin olmadığını gösterip onun içini rahatlatabilirsiniz,

            * Korktuğu şeyin yavaş yavaş üzerine gitmesini sağlayın. Her aşamayı ona güven vererek ve onayını alarak yaparsanız daha sağlıklı olacaktır.Örneğin; Köpekten korkan bir çocuğunuz varsa önce köpek kahramanı olan güzel hikayeler ve masallar anlatın. Önce düşünsel olarak köpeklerin kötü hayvanlar olmadığını öğretin. Uysal bir köpeği uzaktan izlemesini sağlayın, zarar vermediğini öğrenmesi gerekir. Biraz zaman tanıyarak yavaş yavaş yaklaşmasını sağlayın. Kontrolün onda olduğunu hissettirmelisiniz.

            * Korkulu masallar anlatmamalı ve çizgi filmler izletmemelisiniz.

 

            Korkuların ortaya çıkması doğal bir süreç olsa da bir süre sonra anne baba yaklaşımları ile kontrol altına alınmalıdır. Kontrol altına alınmayan ve sürekli tekrar eden korkular çocukların psiko-sosyal gelişimlerini olumsuz etkiler. Farklı davranış problemlerinin ortaya çıkmasına ve çocuğun günlük yaşantısını olumsuz etkilemesine neden olur. Uzun süren korkular çocuğun kendine güvenini olumsuz etkiler. Uzun süre kontrol edilemeyen ve gittikçe artan korkular söz konusu olduğunda bir uzman desteği alınması çok daha sağlıklı olacaktır

 

Kaynakça        : Psikolog Eda Gökduman (www.anaokulu.com)

                          Prof. Dr.Pınar San Bayhan

                         Prof Dr.İsmihan Artan (Çocuk Gelişimi ve Eğitimi,  Yayınları)

İNATÇILIK

                                                                 İNATÇILIK

 

İnatçılık ve İnatlığa Karşı Aile Tutumları

            Kişinin, belli ve geçerli bir nedeni olmaksızın bir harekette ısrar etmesi düşüncesini görüşünü, durumunu, davranışını değiştirmemesi haline inat denilmektedir.

Çocuk ve genç kendi varlığını hissettiği zamanlarda, varlığını kabul ettirmek için çevreden gelen uyarılara karşı direnir. Bu gelişimin en doğal sürecidir.

            İnatçı çocuk, saldırganlığını pasif direni yoluyla açığa vuran çocuktur.Her şeyi ağırdan alır, çantasını hazırlamaz, ağır giyinir, okula geç gider. Bir şey söylenince anlamamış gibi boş gözlerle bakarak anne babayı çileden çıkarabilir. Anne ve baba bu durum karşısında ne yapacağını nasıl yaklaşacağını bilemez. Dayak ve cezaya baş vurur, ancak çocuğun değişmediğini görünce daha çok kızar. İnatçı çocuklar, okulda isteksiz davranır yeteneklerini kullanmamakta direnir.

            İnatçı çocuğun, genel tutumu çoğunlukla gergin anne-çocuk ilişkisinin bir sonucudur. Annenin tuvalet eğitimi veya yemek konusunda çok katı ve ısrarcı oluşu çocuğu pasif direnmeye götürür.Anne-çocuk arasında bu dönemde başlayan çatışma devam ederse çocukta, inatçı bir kişilik gelişebilir. Çok karışan, ayrıntılar üzerinde çok duran annelerin çocuklarında inatçı davranışlar görülebilir. Kardeşler arasında ayrım yapılması da çocuğu inatçı bir kişiliğe yöneltebilir.

            18 aylıktan başlayıp 4 yaşına kadar geçen bir süreci kapsar. Bu dönemde çocuk, kendinin farkına varmıştır. Bireyselleşme çabası içindedir. Bu dönem 2 yaş sendromu adı ile de anılır.

            Bu özel durumda aile dikkatli olmalı ve gelişim süreci içinde bazı hususlara dikkat etmelidir.

Dikkat edilmediği durumda aile ve çocuk güçlükler yaşamakta ve aralarındaki ilişkiler bozulmaktadır.

            1- Çocuğun inadına karşı, inatla karşılık verilmemelidir.           

            2- 18 ay – 4 yaş arasındaki sürede inatçılık, gelişimin doğal bir özelliği olarak benimsenmelidir.           

            3- Yetişkin, inatçılığa karşı inatla bir tutum sergilerse, çocukta kişilik özelliği olarak yerleşmesine sebep olur.           

            4- Çocuklardan beklenen davranışlar açıkça ve anlaşılır şekilde anlatılmalıdır.           

            5- Çocuklara yapılacak açıklamalar, temel ihtiyaçları doyurulduktan sonra yapılmalıdır, beslenme, uyku, temizlik gibi.                       

            6- İnat sırasında çocuğun dikkati başka yere çekilmelidir.           

            7- Çocuktan gelen istekler, inat davranış süresince değil, normale döndükten sonra belki yerine getirilebilir.           

            8- Çocuğun her davranışına kusur bulup müdahale etmemek gerekir,           

            9- Kardeşler arasında ayırım yapmamak gerekir ki inatçılık davranışının oluşmasına ortam oluşturmasın.

            10- “Falancı gibi inatçı, filancada böyle inatçıydı” gibi etiketlemelerden kaçınmak gerekir.           

            11- Bazı çocuklarda, genellikle çalışan annelerin çocuklarında da dikkat çekmeye yönelik inatçılıklar görülebilir. Mümkün olduğu kadar böyle anneler, özellikle çocuklarıyla baş başa kalabilecekleri, onunla konuşup, oynayabilecekleri süreler yaratmalıdır.          

            12- Yetişkinler, özellikle anne ve baba da dahil ten temasına önem vererek çocuklarını sevdiklerini her fırsatta hissettirmelidirler.          

            13- Çocukla konuşurken, isteğimizi belirtirken iyi bir göz kontağı kurulmalı; inat davranışı meydana geldiğinde bakışlarımızla hatırlatıcı olmalıyız.          

            14- Yetişkinler tutumlarında kararlı olmalıdır.           

            15- Kararlı tutum beden diliyle mutlaka destekleyici olmalıdır.           

            16- Ebeveyn, tutumunu önce kendi inanmalı ki uygulamada sorun yaşamasın.           

            17- Çocuğun makul istekleri yerine getirilmelidir, ancak tüm makul isteklerde bir sınır olmalıdır.                      

            18-Anne ve babanın tutumları ortak olmalıdır ki çocuk sorun yaşamasın 

Kaynakça: Özgür Simav ( Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Uzmanı Pedegog- Aile ve İleşim Danışmanı

 

Prof Dr.Neriman Aral

Doç Dr.Figen Gürsoy

(Özel Eğitim Gerektiren Çocuklar ve Özel Eğitim Giriş Mepa Yayınları)
                   
 

 

SALDIRGANLIK


SALDIRGANLIK

 

-Çocuklarda Saldırganlık ve Sinirlilik

 

            Karşı tarafa verilen fiziksel tepkidir. Kişide doğuştan olan bir içgüdüdür.Bu içgüdü her zaman ortaya çıkmaz, çoğunlukla bastırılır.Ancak yok olmaz biçim değiştirir.

           

            Saldırganlığın sözel, fiziksel, pasif ve aktif olmak üzere çeşitleri vardır. Her gelişim döneminde bu saldırganlık çeşitlerinden biri karşımıza sıkar.Örneğin bebeklik döneminde aktif saldırganlık ve plandadır.Bebek ihtiyaçları karşılanmadığı zaman öfkelenme, ağlama, elini kolunu,ayağını amaçsız sağa sola vurma gibi tepkiler gösterirken 1-4 yaşları arasındaki erken çocukluk döneminde eşyaları fırlatıp atma, birilerine vurma, ısırma gibi fiziksel saldırganlık daha çok görülür.4-5 yaşlarında ise sözel saldırganlık ifadeleri artar. Orta çocukluk döneminde çocukların saldırganlığı daha çok amaca yöneliktir.          

            2-4 yaş arasında saldırgan davranışların önce artış gösterdiği sonra azaldığı görülür. 3 üncü yaştan sonra vurma, tepinme gibi davranışlar azalırken sözel hakaretler ve saldıralar artar. Çocuklar 2 yaştan sonra dil gelişimindeki ilerleme nedeniyle kendilerini daha kolay ifade edebilirler. Bunun sonucu olarak saldırgan davranışların sıklığının azaldığı ve saldırganlık süresinin kısaldığı görülmektedir. Ancak saldırganlık konusunda da çocuklar arasındaki bireysel farklılıklar unutulmamalıdır.Genelde erkeklerin kızlarda  daha fazla sözel tepki verdikleri bulunmuştur.           

            Okul öncesi dönem çocuklarının çevrelerindeki saldırganlıktan da etkilendikleri görünmektedir.Yani çevrelerindeki modelleri taklit ederler. Saldırganlık bir anlamda bulaşıcıdır denebilir. Çocuklar saldırgan davranışları,yetişkinleri, diğer çocukları veya televizyondaki saldırgan karakterleri taklit ederek de öğrenirler.          

            Bazen de çocuklar saldırganlığa adeta zorlanırlar. Örneğin; bazı anneler sürekli olarak çocuğunun yaramazlığından söz ederler. Gereğinden fazla cezalandırarak veya hoşgörülü davranırlar. Çocuğa fiziksel  ceza veren anneler, çocuğun kızgınlık duymasına yol açtığı gibi aynı zamanda kendi saldırgan davranışlarıyla da çocuklarına model olurlar. Aile içi anne-baba arasındaki  

tutarsız eğitim de saldırganlığa davetiye çıkarır.Tutarsız eğitim, çocukların kızgınlıklarını kontrol etmeyi öğrenmelerini engeller. Anne ve babalar çocuklarına kızgınlıkla baş etmede alternatif yollar sunmalıdırlar. Örneğin “kızınca arkadaşına vurma, onunla bu sorunu tartış, vurarak halledemezsin ama konuşarak halledersin” gibi,          

            Çocuğun saldırganlığında çocuk yetiştirme yöntemlerinin, aile içi dinamiğin,çocuğun hormonlarının, kişiliğinin, fiziksel görünümünün ve sosyal becerilerinin de etkili olduğu savunulmaktadır. Yapılan bazı çalışmalar, anne baba arasında geçimsizlik olan, ret edici davranan, yeterince sevgi göstermeyen ailelerin çocuklarının daha fazla saldırganlığa eğilimi olduğunu ortaya koymuştur. Aynı zamanda çocuklarını işbirliği ve paylaşma için ödüllendirmeyen ancak saldırgan davranışlarından dolayı cezalandıran ailelerin çocuklarının da daha fazla saldırgan davranış sergiledikleri bulunmuştur, 

-Saldırğanlığın Nedenleri;

           
            * Dil gelişimini henüz yeni yeni kazanmaya başlayan çocuk kendini ifade edemez ise beden diline başvurur, saldırgan davranışlar gösterir.

            * Çocuk otoriter ya da aşırı hoşgörülü aile tutumlarıyla yetiştiğinde bu davranışlar düzelebilir.

            * Kendine güveni olmayan veya baskı altındaki çocuk saldırgan davranış gösterebilir.

            * Çocuğun yapmaya çalıştıkları konusunda engellemesi ile saldırganlık oluşabilir.

            * Aile içerisindeki sorunları sevgi ve ilgi yetersizliği, örselenmeside saldırgan yapabilir.

            Çocukların çevresindeki değişiklikler saldırganlık nedenlerindendir.


-Saldırğanlığın Belirtileri;
 

            * Saldırgan çocuk eşyaları fırlama, kendini yerlere atma,bağırma, itme, çekme, etrafına saldırma gibi davranışları sıklıkla gösterir.

            * Tükürme, ısırma,çimdikleme,sıkma,amaçsızca kollarını ayaklarını savurma,aniden eliyle pençeleme gibi hareketleri gösterebilir.

            * Belli kişilere takıntılı olabilir. Belirli kişilere karşı nefret dolu ve daha saldırgan, belirli kişilere ise sevgi dolu olabilir.

            * Saldırgan çocuk genellikle aktif ve hareketlidir.Aktifliğin sonucu olarak elinde yüzünde, ayaklarında yaralar olabilir.

            *Ev içerisinde saldırgan olan çocuk dışarıda ise içe kapanık,utangaç ve sakin olabilir.

 -Saldırganlığı Önleme Yolları;
 

            * Çocuk saldırganlıklarını önlemenin en etkili yolu saldırganlık nedenlerini tespit edip ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Anne ve babanın aşırı hoşgörülü davranışlarından dolayı saldırganlık eğilimi gösteren çocuk dışarıya karşı sakin,utangaç olabilirler.Böylece çocuklar için anne baba tutumlarının  değişmesi gerekir.

            * Yetişkinler saldırgan davranışlar sergileyerek çocuklara kötü örnek olmamalıdır.

            * Şiddet saldırganlık içeren filmler, video oyunları çocuklardan uzak tutulmalıdır.

            * Çocuğun gösterdiği saldırgan davranışlar görmemezlikten gelinmemelidir. Tolerans gösterilmemeli ancak çocuk dayakla da cezalandırılmamalıdır.

            * Çocuklar kendilerinden beklenenleri gerçekleştiremediklerinde, kendilerini yetersiz Ya da başarısız hissettiklerinde de saldırganlık gösterebilirler.Çocuğun gelişimine ve yaşına uygun beklentiler içinde olunmalıdır.

            * Çocuğun güven duygusu geliştikçe beklemeyi ve tepkilerini kontrol edebilmeyi öğrenir.

Bu yüzden çocuğa güven aşılanmalıdır.

            * Çocuğun saldırganlığını cezalandırmak yerine, uysal olduğu durumlara kanalize olmak ve ödüllendirmek çocuğu uysal davranmaya motive eder, saldırganlığı azaltır.

            * Çocuk saldırgan dürtüyü boşaltmak için spor gibi çeşitli faaliyetlere yönlendirilmelidir.Çocuğun aktif olmasını sağlayacak hareketli oyunlar ve etkinlikler hazırlanmalı, oyunlarda çocuğa sorumluluk verilmelidir.
                         
 
Kaynakça:       Pedegog Elif Koca (2006 “Çocuğunuzu ne Kadar Tanıyorsunuz” Goa Yayınları)

                        Prof  Dr.Pınar San Beyhan  - Prof Dr.İsmihan Artan (Çocuk Gelişimi ve Eğitimi, yayınların)