28 Şubat 2013 Perşembe

BEYİN ve ÖĞRENME

AYLIK BÜLTEN Sayı: 5 – Mart 2013
OKTAY AYDIN
Yrd. Doç. Dr. Oktay AYDIN
Marmara Üniversitesi
 oktayaydn@hotmail.com



İnsan ve eğitim ile ilgili birbirinden farklı pek çok görüş dile getirilmektedir. Bu görüş ve değerlendirmelerin geçerliliği, büyük ölçüde beyinde olup bitenlerle uyumlu olmasına bağlıdır. Bir anlamda beyni anlamadan insanı anlamak ve eğitimsel süreçleri gerçekçi bir şekilde düzenlemek mümkün değildir. Yetişkin bir insanın beyni yaklaşık olarak 1300-1500 gr. ağırlığındadır. Yapısı itibariyle sol ve sağ beyin olarak iki bölümdür. Aynı zamanda alt beyin, orta beyin ve üst beyin katmanlarından oluşur. Beynin doğum sonrasındaki gelişim hızına bakıldığında, ilk yılların büyük önemi olduğu anlaşılır. Gerek ağırlık gerekse beyindeki sinir hücrelerinin kurulumu açısından ilk yıllar oldukça belirleyici olmaktadır. Okul öncesi dönemin insan hayatındaki önemi de, beyinde bu dönemde yaşanan hızlı gelişmelerden kaynaklanmaktadır.  
Beyinle ilgili sürekli olarak yeni araştırmalar yapılmaktadır. Yapılan bu araştırmalardan elde edilen bilgiler, insana ve eğitime bakış açımızı oldukça ciddi ölçüde etkileyecek gibi görünmektedir. Bugün için beyinle ilgili dile getirilen bazı bilgiler, öğrenme süreçlerinin de beyinle ilişkisini ortaya koymakta ve “beyin temelli öğrenme” ya da “beyni bilerek öğrenme/öğretme” modellerinin gelişmesine ortam sağlamaktadır. Bilindiği gibi, beynimizin sol yarımküresi, daha çok akıl yürütme, dil becerileri, analitik düşünme, ayrıntıları görme gibi etkinliklerden sorumlu iken, sağ beynimiz sentezci düşünme, bütünü görme, yaratıcılık, ritm algısı, beden dilini anlama, renkleri algılama vb. gibi etkinliklerden sorumludur. Bu sav, günümüzde hala genel bir söylem olarak dile getirilse de yeni çalışmalar ve görüşler, beynin fonksiyonları açısından sağ-sol olarak ayrışmasını da tartışılır olduğunu ileri sürmektedir. Beyin dış dünyaya, hem lokal bölgeleriyle hem de bir bütün olarak tepki vermektedir. Araştırmalar göstermektedir ki, herhangi bir öğrenme faaliyetini beynimizin bir yarımküresi ile yürütmek yerine, her iki yarım küreyi de aktif hale getirerek yürütürsek, öğrenme performansımızda olağanüstü bir artış gözlenmektedir. Bu açıdan bakıldığında, eğitim süreçleri organize edilirken sol beyinle birlikte sağ beyni de uyaracak ortamlar oluşturulması son derece önemlidir. Sağ beyni uyaracak eğitim ortamların, öğrenciyi merkeze alan, yaparak yaşayarak öğrenme anlayışına dayalı olarak düzenlenmiş, öğrenme materyalleri açısından zenginleştirilmiş ortamlar olması gerekmektedir.
Okul öncesi dönemin önemi, beyin gelişiminin büyük bölümünün bu yaşlarda gerçekleşmesinden kaynaklanmaktadır.  

Her iki beyin yarım küresinin fonksiyonları dikkate alındığında, öğretmenlerin de sorumlulukları daha açık olarak anlaşılabilir. Öğretmenlerin de öğrenci ile iletişim kurarken ya da eğitim faaliyetlerini yönlendirirken, sınıfta olumlu bir sinerji yaratması, dinamik, eğlenceli ve coşku dolu olması beklenir. Öğrencilerin olumlu duygularının desteklenmesi hem beyin açısından hem de öğrenme açısından performans artırıcı etkisi vardır. Bir öğretmenin başarısı, sınıftaki duygusal süreçleri yönetmesinden geçer demek mümkündür. Beyinde 100 milyar hücrenin varlığından söz edilmektedir. Bu hücrelerden 10-15 milyarı sinir hücresi (nöron) olarak tanımlanmaktadır. Sinir hücreleri yaklaşık olarak 5 ile 15 bin arasında başka sinir hücresiyle bağlantı kurma kapasitesine sahiptir. Sinir hücreleri arasında kurulan bağlantı noktalarına “sinaps” d enmektedir. Doğumdan önce varolan sinir bağlantıları (sinaps), doğum sonrasındaki dönemlerde de büyük hızla artış göstermektedir. Bu bağlantı kurma süreci yaklaşık yirmili yaşlara kadar dönem dönem atağa geçerek devam eder. Özellikle okul öncesi dönem, bu noktada çok büyük değişim ve gelişmelerin yaşadığı en önemli dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Sinir bağlantıları, çocuğun zeka, dikkat, hafıza, öğrenme, düşünme, hissetme, hareket etme gibi bütün fonksiyonlarının belirleyicisi durumundadır.    
Doğumdan sonraki dönemde yeni sinir bağlantılarının kurularak beyin kapasitesinin olabildiğince üst düzeyde kullanılabilmesi, dışarıdan beyne gelen uyarıcılar sayesinde olmaktadır. Burada ilginç olan nokta, sinir hücrelerinin dışarıdan uyarı almaması halinde işlevini yitirip atıl duruma düşmesi ile ilgilidir. Bir sinir hücresi doğru zamanda doğru şekilde uyarılmazsa, beyin o hücreden bir daha istenilen düzeyde yararlanamamaktadır. Bir başka ifadeyle, erken yaşlarda beyine gelen uyarıcılar, sinir hücreleri ile ilgili sinaptik organizasyonun oluşmasını sağlamaktadır. Oluşan sinaptik organizasyon, daha sonraki bütün kişilik ve davranış gelişimimizi belirlemektedir. Hatta öyle ki, beyne doğru zamanda doğru uyarıcılar gönderildiğinde 5 yaşına kadar çocuğun zekasının bile geliştirilebileceği düşünülmektedir. Sinaptik kurgulara bağlı olarak beynimizde çeşitli kritik dönemlerin varlığından söz etmek mümkündür. Bu kritik dönemlerden bazıları şunlardır:
 0-1 yaş anadil  
 0-2 yaş duyular (görme, işitme, tat alma vb.) 
 1-4 yaş matematik ve mantık 
5 yaş zeka 
0-10 yaş yabancı dil 
 0-10 yaş müzik 
Beynimiz neleri sever? Beyin, dış dünya ile kurduğu ilişkilerde belirli ilkelerle hareket eder. Beynimizin sevdiği şeyler şunlardır:  Yeni olan  Zorlayıcı olan  Anlamlı olan  Haz veren
Beyin gelişimine bağlı olarak bazı temel yeteneklerin alt yapısı ile ilgili olarak kritik dönemler vardır.   


Beyin için yapılacak eğitimsel yüklemelerde, çocuğa sunulacak öğrenme malzemesinin çocuk için merak uyandıracak kadar yeni, uğraşarak yapabileceği kadar zorlayıcı, ne işine yaradığını bilecek kadar anlamlı ve sonuna kadar tamamlayabileceği kadar haz verici olması gerekir. Aksi durumlar beynin öğrenmeye yönelmesine değil, direnmesine yol açmaktadır. 
Beyni geliştirecek etkinlik örnekleri nelerdir? Bu kritik dönemlerde beyine yapılacak yatırımlar, bir çocuğun bütün geleceğini belirleyecek kadar değerlidir. Söz konusu kritik dönemlerde beyne nitelik ve nicelik olarak yeterli düzeyde uyarıcılar göndermek ve bunu da bilincin ürünü olarak yapmak gerekmektedir. Beynin gelişimi için okul öncesi dönemde yapılacak bir çok etkinlik vardır. Bu etkinliklerden bazıları şunlardır:  Dikkat çalışmaları  Kısa süreli hafıza çalışmaları   Akıldan hesaplamalar  Kitap dinleme ve anlatma  Geriye sayma  Zihinde canlandırma 
Sonuç Beyinle ilgili gerçekler, eğitimle ilgilenen kişilere büyük sorumluluklar yüklemektedir. Bizim davranış eğitimi dediğimiz şey, bir anlamda beynin eğitilmesi, belirli bir forma sokulması demektir. Bu nedenle eğitimin ne kadar ciddi bir iş olduğu açıktır. Öyle ki, eğitimle ilgili duygusal ve romantik söylemler dile getirmek ya da bir iki kitap okuyup eğitimle ilgili ahkam kesmek oldukça kolaycı bir yaklaşımdır. Eğitimin bilimsel ve profesyonel bir mantıkla ele alınması kaçınılmazdır. Bilime dayanmayan yorumlar, söylemler, yaklaşımlar kimilerine çok iyi gelebilir; ancak bunların hiç biri geçerli değildir. Sonuçta, eğitim bir bilimdir; bilim ise ciddi bir iştir. Eğitimle uğraşanların da her zaman için güler yüzlü bir ciddiyetle işlerini yapmaları beklenir.

13 Şubat 2013 Çarşamba

Engelli Çocuğun Varlığının Kardeş ve Kardeş İlişkileri Üzerine Etkileri

Klinik Psikolog.Gözde GÖRGÜLÜ

Kardeş İlişkilerinin Doğası ve Gelişimi

     Kardeş  ilişkileri  çoğu  insanın   sahip  olduğu  en  uzun  süreli  ilişkidir. Bu ilişki çocuklara kendileri ve başkaları hakkında  bir takım şeyler öğrenmek için ilk önemli olanakları sağlayan çok özel bir ilişkidir.
     Karşılıklı  bir etkileşimin  olduğu  dinamik bir sistem olarak tanımladığımız ailede  bazı alt sistemlerden  söz edebiliriz. Bu    alt sistemlerden biri de kardeş alt sistemidir. Çocukların  yaşıt ilişkilerini deneyimledikleri  ilk sosyal laboratuar olan bu sistemde kardeşler birbirilerini destekleyerek, birbirileriyle rekabet ederek  pek çok şey öğrenmektedir. Gelişimsel açıdan bakıldığında ise  erken çocukluk döneminde,  kardeşler birbirileri için değişmez bir arkadaşlık kaynağı oluştururlar. Kardeşler okul öncesi dönemde,  oyuncak, giysi, oda,  ebeveyn dışında pek çok önemli yaşantıyı paylaşarak  etkileşimde bulunurlar. İlkokul döneminde ise,  kardeş ilişkileri sonucu öğrendikleri sosyal yetenekleri  aile dışındaki kişilerle ilişki kurarken kullanmaktadırlar. Kardeş ilişkileri ergenlik döneminde  pek çok zıt duyguyu barındırsa da kardeşler bu dönemde sırdaş olarak birbirilerine güven duymaktadırlar.
   Görüldüğü gibi, kardeşler arasındaki bağ, diğer ilişkilerden farklı olarak iki insana, yaşamın kritik dönemlerinde fiziksel ve duygusal destek sağlamaktadır.
    
Engelli Çocuğun Varlığında Aile İlişkileri

      Ailede engelli bir çocuğun varlığının bir bütün olarak tüm aileyi etkilediği  görülmektedir. Sağlıklı bir çocuk bekleyen anne babanın,  farklı özelliklere sahip bir bebek dünyaya getirmesi  ailede değişik duygu ve düşünceler yaratmaktadır.  Bu duygu ve düşünceler; şok ve inkar, ardından kızgınlık, uzlaşma, depresyon ve kabullenme süreçlerini kapsamaktadır. Ancak her ailenin kabullenmeye doğru yol alamadığı da görülmektedir. Bu durum aile ilişkilerinde çatışmalara, evlilikte uyumsuzluklara vb. pek çok soruna neden olmaktadır. Bu aşamada  ailelerin psikolojik yardım almaya yönelmeleri en doğru yaklaşım olmaktadır.      
     Çocuğun yaşadığı yetersizlikler anne ve babaya  ilave sorumluluklar getirmekte, bu durum anne babanın  kaygı yaşamasına yol açmaktadır. Anne ve babanın yaşadığı yoğun     kaygı, engelli çocuğun gereksinimlerini karşılamalarını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bununla  birlikte  bu durum engelli çocuğun kendisi ve çevresiyle uyum sağlayabilmesini de  güçleştirebilmektedir.
        Başka bir deyişle, ebeveynlerin, engelli çocuğun yol açtığı değişiklerle baş etmede  yetersiz hissetmeleri, yaşamlarını engelli çocuğun gereksinimleri doğrultusunda düzenlemeleri, engelli çocuğu aşırı korumaları veya reddetmeleri gibi yaşantılar, ailenin normal işleyişini bozabilmektedir.

Engelli Çocuğun Varlığının Kardeş ve Kardeş İlişkileri  
Üzerine Etkileri
       Daha önce de belirttiğim gibi kardeşlerle  ilişkiler, çocukların gelişiminde  oldukça önemli bir yere sahiptir. Buradan yola çıkarak  engelli çocuğu olan ailelerde kardeş ilişkileri,  normal gelişim gösteren çocuğun gelişimini ne yönde etkilemektedir, sorusu dikkati çekmektedir.
       Engelli kardeşe sahip çocukların gurur ve memnuniyet gibi olumlu duygulardan; öfke, kıskançlık, yetersizlik, yalnızlık ve suçluluk gibi olumsuz duygulara doğru giden çeşitli duygusal ve davranışsal  yaşantıları olduğu görülmektedir.
        Çocukların engelli kardeşlerine olan olumsuz duygusal tepkilerini kızgınlık, düşmanlık, kıskançlık, suçluluk, üzüntü, endişe ve  korku, utanma ve sıkılma, reddetme olmak üzere  çeşitli başlıklar altında toplayabiliriz. Çocukların engelli kardeşlerine yönelik en yaygın duygusal tepkileri olan kızgınlık, anne babanın engelli kardeşle daha çok ilgilenmesi, engelli kardeş nedeniyle çeşitli sosyal olaylara katılamama, maddi kaynakların engelli kardeşler için kullanılması gibi durumlar sonucu ortaya çıkabilmektedir. Kızgınlık duygusu beraberinde kıskançlık duygularını da getirebilmektedir. Ailenin  söz konusu engel yüzünden çok zorluk çektiği durumlarda, normal gelişim gösteren kardeşlerin sağlıklı oldukları için kendilerini suçlu hissedebildikleri  kimi zaman da bu kardeşlerin bir bedel olarak engelin belirtilerini  taklit edebildikleri dikkati çekmiştir.
     Ailenin önemli derecede zamanını, ilgisini ve sosyal desteğini ve hatta parasal kaynaklarını verdiği engelli çocuğun normal gelişim gösteren kardeşleri, işleyişteki bu bozulmaya uyum sağlamak zorunda kalırlar. Buna  bağlı olarak,  kardeşler ihmal edilmiş olma ve yalnızlık duyguları yaşayabilir ve   engelli kardeşini kıskanabilir.
      Ebeveynlerin,  normal gelişim gösteren çocuklarına yönelik gerçekçi olmayan beklentiler içinde oldukları da dikkati çekmektedir. Engelli çocuğun farklı gereksinimleri nedeniyle zamanları  sınırlı hale gelen ebeveynler,  normal gelişim gösteren çocuğa ağır ev işi sorumlukları gibi çeşitli yükümlülükler verebilmektedir.  Yapılan araştırmalarda  normal gelişim gösteren büyük kız kardeşlerin bu durumdan daha da fazla etkilendiği görülmektedir.  Bu duruma uyum sağlayabilen çocuklar hoşnutluk ve kendinden gurur  duyma gibi olumlu duygular yaşarken, uyum sağlayamayanlar ise  öfke ve düş kırıklığı hissetmektedir. Ailelerinin beklentilerini karşılayamadıkları için yetersiz ve güçsüz hissedebilmektedir.
      Engelli çocukla ilgili konuşmalardan kaçınıldığı,  duygusal  paylaşım ve iletişimin sınırlı olduğu ailelerde,  normal çocukların  engelli kardeşle ilgili kaygılarını ifade edemedikleri, merak ettikleri konuları soramadıkları dolayısıyla engelle ilgili yanlış  bilgilere sahip oldukları görülmektedir.  Buna bağlı olarak bazı kardeşlerin ileride kendi çocuklarının  da   engelli   olacağı   yönünde   korku   yaşadıkları da  dikkati  çekmektedir.
        Bu olumsuz duyguların yanı sıra,  engelli kardeşe sahip çocuklarda  yüksek düzeyde bir empati, farklılığa karşı  artan     bir tolerans, olgunluk, sorumluluk ve duyarlılıkta artış  gibi olumlu kazanımların varlığı da göz ardı edilmemelidir.
                                                         
                                                          

5 Şubat 2013 Salı

OKUL ÖNCESİ DÖNEMDE ARKADAŞLIK İLİŞKİLERİ

ANNE-BABA BÜLTENİ   Sayı: 6    Şubat 2013
YA-PA ÇOCUK KULÜBÜ
 
 
 

 
Sosyalleşme, çocuğun çevresindeki insanlarla kurdukları ilişkilere bağlı olarak tanımlanan bir kavramdır. Çocuğun annesiyle kurduğu ilk ilişki, zaman içerisinde çevresindeki diğer insanlarla gelişir ve genişler.  
Sosyalleşmek ne demektir? Sosyal gelişim, çocuğun temel gelişim alanlarından biridir. Doğumdan ölüme kadar geçen zaman içinde sürekli devam eden bir süreçtir. Sosyal gelişim alanında kullanılan kavramlar zaman zaman birbirine karıştırılabilmektedir. Bu kavramlardan biri sosyalleşme kavramıdır. Sosyalleşme ile sosyal olmak birbiri yerine kullanılsa da, aynı kavramlar değildir. Sosyal olmak, sürekli sosyal ortamlara girmek ya da girmeye çalışmak iken, sosyalleşme, sosyal ortamlara girmek ve bu ortamların gerektirdiği uygun davranış ve becerilere sahip olmak demektir. Bir anlamda, sosyalleşmek, kaliteli yaşam ve iletişim becerilerine sahip olmak demektir diyebiliriz. O halde, sosyal olmak ya da olmaya çalışmak sosyalleşme için yeterli değildir. Sosyalleşmeyi daha iyi tanımlayabilmek için kritik alt kavramları ortaya koymak daha iyi olacaktır. Buna göre, sosyalleşmenin temelde üç kritik kavramı vardır: 1. En az iki kişi 2. İki kişi arasındaki etkileşim 3. Kurallar Bu üç kritik kavram dikkate alındığında denebilir ki, bir çocuğun sosyalleşebilmesi için, diğer insanlarla aynı ortamlara girebilmesi, onlarla iletişim kurup bu iletişimi sürdürebilmesi ve ortamın gerektirdiği sosyal kurallara uyabilmesi gerekir. Doğaldır ki, bir çocuk için bu süreç büyük ölçüde yaşıtları ve arkadaşları arasında yaşanır. 
Çocuğun arkadaşlık ilişkilerinde neleri gözlemlemek gerekir? Sosyalleşme genel olarak arkadaşlar arasındaki ilişkilerde şekillenir. Çocuğun arkadaşlarıyla kurduğu ilişkiler gözlemlenerek, özgüvenli, baskın, bağımlı, agresif, hırslı, inatçı, girişken, çekingen vb. gibi pek çok kişilik yapısı hakkında bilgi sahibi olmak mümkündür. Hatta denebilir ki, çocuklar (ve herkes) sosyal ortamlarda kişiliklerini görünür kılarlar. Bir sosyal ilişkiye ve ortama girebilmek, o ilişkiyi sürdürmeyi ve ortamda kalmayı başarabilmek, sosyal açıdan kabul edilebilir davranışlar sergileyebilmek ve karşılaşılan sorunları doğru yollarla çözüme kavuşturabilmek, her


çocuk için dikkatle takip edilmesi ve geliştirilmesi gereken davranışlardır. 
Çocuğun yaşından büyük ya da küçüklerle iletişim kurması ne anlama gelir? Çocukların sadece yaşıtlarıyla kurduğu ilişkiler değil, yaşından büyükler ve küçüklerle kurduğu ilişkiler de önemlidir ve gözlemlenmelidir. Kimi çocuklar kendi yaşıtlarıyla birlikte zaman geçirmeyi tercih ederken, kimi çocuklar büyüklerle, kimileri de daha küçüklerle bir şeyler yapmayı istemektedir. Beklenen ise, hem yaşıtları, hem büyükler hem de küçüklerle uygun sosyal ilişkiler kurmalarıdır. Sosyal ilişkilerde ortaya çıkabilen bu tercihlerin altındaki dinamikler ayrıca değerlendirmeyi gerektirir. Çocuğun, yaşından büyük ya da küçüklerle iletişim kurmayı tercih etmesinin arkasında bir çok neden olabilir. Bu nedenler arasında şunlar olabilir:  Sadece yönetebileceği ilişkileri tercih etme  Yüksek düzeyde dil kullanılan bir ilişkiyi tercih etme  İsteklerinin dikkate alındığı ilişkileri tercih etme  Güvende hissettiği ilişkileri tercih etme Elbette, bu arka planın her zaman bir soruna işaret etmesi de gerekmez. Ancak, yine de belirgin bir tercih varsa, nedeni üzerinde durmakta yarar olabilir. 
Çocuğun yeni sosyal ortamlara girmemesi ne ifade eder? Çocuğun yeni girdiği sosyal ortamlarda ilişki başlatma ve sürdürme becerilerinin geliştirilmesi gerekir. Bazı çocuklar, yeni bir sosyal ortama ilk alışma sürecinde zorlanabilirken, bazı çocuklar bu süreci çok daha kolay aşabilmektedir. Zorlayıcı sayılabilecek bu süreçte çocukların sergiledikleri tutum ve davranışlar, onların sosyal yetenekleri hakkında da ipucu verir. Bu nedenler arasında şunlar olabilir: 

 Kendine güvenememe  Belirsizlikten çekinme   Öncelikle temkinli davranıp gözlem yapma ihtiyacı duyma  Neyi nasıl yapacağını bilememe  Anne-babaların yapması ya da yapmaması gerekenler nelerdir?  Bir çocuk için sosyalleşmek demek, hayatı öğrenmek demektir. Bu da ancak öncelikle arkadaşlarıyla kurduğu ilişkiler olmak üzere, tüm çevresindeki insanlarla kurduğu ilişkilerle mümkün olur. Çocuğun arkadaşlarıyla ilişkilerine mümkün olduğunca müdahale etmemek gerekir. Çocuk, arkadaşlarıyla olumlu ve olumsuz şeyler yaşayarak hem sosyal yönden hem de duygusal yönden gelişir. Yetişkinlerin yaptığı müdahaleler, bu sürecin doğallığını bozar ve çoğu zaman da çocuğun sağlıklı öğrenmelerini engeller. 

 Çocukla zaman zaman sosyal paylaşımlarda bulunmak son derece önemlidir. Anne-kız/oğul, baba-kız/oğul olarak birlikte yürüyüş yapma, sürprizler yapma, birlikte parka gitme gibi ortak paylaşım zamanları ayırmak çocuk açısından büyük kazançtır.   Çocuğun bir arkadaşıyla yaşadığı sorunu çok büyütmemek gerekir. Genellikle, çocuğun yaşadığı sorun geçici ve değişkendir. Hatta sıklıkla, çocuğun en fazla sorun yaşadığı arkadaşı, aynı zamanda en iyi anlaştığı arkadaşı olabilmektedir. Çocuk sorununu anlatırsa dinlemek gerekir. Ancak, çocuk her eve geldiğinde sürekli bir sorun araştırması yapmak doğru değildir. Nihayetinde, çocuk zaman zaman bu zorlamalar nedeniyle, farklı anlatımlarda bulunabilir ya da hiçbir şey anlatmak istemeyebilir.  


 Çocuğun, sosyal ilişkileriyle ilgili sürekli doğruları öğreten bir ebeveynlik tutumu da uygun değildir. Yapılması gereken, çocuğa doğruları öğretip durmak değil, kendi süreçleri üzerinde düşünmesi ve doğruyu yanlışı düşünerek kendi kararını vermesine destek vermektir. Örneğin, arkadaşıyla sorun yaşayan bir çocuğa, “O sana vuruyorsa, sen de git ona vur.” gibi bir yönlendirme son derece yanlıştır. Bu tür durumlarda verilebilecek en ileri mesaj, kendini koruma ile ilgili olmalıdır.  Anne-babalar, evde birbirlerine ve çocuklarına karşı son derece nazik, zarif ve güzel davranmalıdır. Buna bağlı olarak, “Teşekkür ederim.”, “Rica ederim.” gibi ifadeler ev ortamında kullanılmalı ve böylece çocuğa örnek olunmalıdır.  Çocuğun özellikle “özgüven duygusu” ve “karar verme becerisi” geliştirilmelidir. Bu iki yeterlilik alanı, bir çocuğun ego gelişiminde kritik önemdedir. Bu nedenle, çocuğun yaşına uygun sorumluluklar verilerek başarı duygusu tattırılmalı ve çeşitli konularda kendi karar vermesi desteklenmelidir.

 Zaman zaman sınıftaki arkadaşlarına ziyarete gidilmeli ya da arkadaşları eve davet edilmelidir. Böylece, çocuğun arkadaşlık ilişkileri daha yakından gözlenmiş olur ve bu ilişkilerin gelişmesine katkı sağlanmış olur. Çocuğun sosyal bir varlık olarak, sosyal becerilerini geliştirmesi ve gelecekte toplumda başarılı olması, okul öncesi dönemde verilecek bilinçli desteklerle mümkündür. Bu nedenle, hem öğretmenlerin hem de anne-babanın, çocukla ilgili gözlemler yapması ve bu gözlemleri birbirleriyle paylaşması gerekir. Bu aşamadan sonrası ise ortak bakış, yaklaşım ve dil kullanarak çocuğun geleceğinin alt yapısını oluşturmaktır.