24 Mart 2014 Pazartesi

YETENEKTEN KARİYERE

YETENEKTEN KARİYERE…
 
Bir ülkenin en büyük sermayesi insan yeteneğidir. Doğuştan getirilen potansiyel güçler olarak tanımlanabilecek yetenekler, hem bir insanın geleceğini hem de ülkenin zenginliğini oluşturan temel değerlerdir. Bu nedenle, bir insanın çocukluktan itibaren gelişme sürecinde yeteneklerinin, ilgi alanlarının saptanması ve geliştirilmesi eğitimin en temel sorunlarından biri olarak görülebilir.
Sorunu ve neler yapılması gerektiğini ortaya koymadan önce, yetenek kavramını ve ilişkili diğer kavramları birbirinden ayırdetmekte yarar var. Yetenek kavramı, daha çok doğuştan getirdiğimiz potansiyel ve yatkınlıklarla ilgili olup “yapabilme” gücümüzü anlatır. Yetenekle iç içe geçen kavramlardan biri beceri kavramıdır. Beceri kavramı, yeteneklerimizin açığa çıkan bölümünü ifade etmekte olup öğrenme ile şekillenen davranışlarımızı ifade eder. Buna bağlı olarak, yeteneklerimizin tümü açığa çıkmamakta, becerilerimiz ise yeteneğimizin tümünü ifade etmemektedir diyebiliriz. İlişkili bir başka kavram da ilgi kavramıdır. İlgi ise, belirli bir etkinlikten, eylemden hoşlanma ve o etkinlik ya da eylemi yapmaya istek duyma halidir.
Bu kavramlar arasındaki ilişkiyi şöyle özetleyebiliriz, yeteneklerimiz, yapabileceklerimiz; becerilerimiz, yaptıklarımız; ilgilerimiz ise hoşlandıklarımız denebilir. Tahmin edileceği gibi, bu üçü arasındaki uyumluluk ya da uyumsuzluk duruma göre farklılaşabilir. Bu nedenle, çocukluktan yetişkinliğe yaptığımız gelecek yolculuğunda, bu üç alanımızın sürekli izlenmesi, gözlemlenmesi ve geliştirilmesi son derece önemlidir. Bu da çocukluktan itibaren bilimsel ve sistematik bir çalışma yapılmasını gerektirmektedir.

Yetenek, beceri ve ilgilerin oluşması ve gelişmesi süreci, doğumdan sonra başlayıp ömür boyu devam eden bir süreçtir. Ancak, özellikle 3-6 yaş döneminin, bu çalışmaları başlatmak için ideal bir zaman olduğu söylenebilir. Doğru yaklaşım ve yöntemlerle yapılacak çalışmalar, çocuklarımızın göz kamaştırıcı yetenek dünyasını gözler önüne serecek ve onlara anlamlı bir gelecek kurmada çok katkı sağlayacaktır.
Okul öncesi dönem çocuklarının yetenek ve beceri gelişimleri ile ilgili iki temel yaklaşım esastır. Gerek eğitim kurumları gerekse anne-babalar bu iki yaklaşım üzerinde ortak anlayışla hareket etmelidir. Bu yaklaşımlar şunlardır:
1. Yetenekleri gözlemleme ve açığa çıkarma
2. Yeteneklere yatırım yapma
Çocukların bugünden başlayarak geleceğine yapılacak yatırımlar, elbette ki, bilimsel bilginin rehberliğinde gerçekleşmelidir. Kişisel ve kurumsal egolarımızın değil, bilimin söylemleri ile yapılacak çalışmalar, çocuklarımızın gelecekteki kişisel kariyerleri için en anlamlı katkılar olacaktır.
 
Anne-babalar, çocukların yetenek ve beceri alanları ile ilgili destekler sağlamak istiyorlarsa, öncelikle kendi bilgilerini geliştirmeye odaklanmalıdır.
Yetenek ve becerilerle ilgili farklı teorik yaklaşımlar olmakla birlikte, günümüzde en bilinen ve yaygın olarak uygulama alanı bulan yaklaşım Howard Gardner’ın “Çoklu Zeka Yaklaşımı”dır. Bu yaklaşım, insanda doğuştan getirilen ve zaman içinde geliştirilebilen sekiz temel yetenek alanı olduğunu söyler. Bu alanlar şunlardır:


 1. Matematiksel-Mantıksal Yetenekler
2. Sözel-Dilsel Yetenekler
3. Sosyal-Kişilerarası İlişki Yetenekleri
4. Kişisel-Özedönük Yetenekler
5. Görsel-Uzamsal Yetenekler
6. Müzikal-İşitsel Yetenekler
7. Bedensel-Kinestetik Yetenekler
8. Doğa Yetenekleri
Bu yetenek ve beceri alanlarının, okul ve aile işbirliği içerisinde sürekli gözlemlenmesi ve desteklenmesi gerekir.
Çocukların yetenek, beceri ve ilgi alanları ile ilgili düzenli ve sürekli gözlemler yapılmalıdır.
Okul öncesi dönem, yetenek, beceri ve ilgilerin henüz olgunlaşmadığı bir dönemdir. 3-6 yaş arasındaki çocuğa ilişkin gözlem ve değerlendirmelerde bu gerçek göz ardı edilmemelidir. Her ne kadar deha düzeyinde yeteneğe sahip çocukları çok erken yaşlarda farketmek mümkün olsa da, bunun dışındaki çocuklarda yetenek baskınlığına ilişkin kesin kanaatler oluşturmak genelde pek mümkün değildir. Önemli olan, çocuğun yetenek ve yönelimleri ile ilgili takibin bilinçli ve düzenli bir şekilde yapılması ve çocuğun yetenek ve becerileri açısından kararlı alanların zaman içinde anlaşılmaya çalışılmasıdır.


Çocuklarla ilgili yapılacak gözlem ve değerlendirmelerde dikkat edilmesi gereken bir nokta da, çocuğun diğer çocuklarla karşılaştırmasından daha çok kendi yetenek, beceri ve yönelimleri arasındaki karşılaştırmalara odaklanma gerekliliğidir. Aslında, bir çocuğun yetenek ve yatkınlıklarının diğer çocuklarla karşılaştırılmasına bağlı norm odaklı değerlendirmeler, değerlendirilen yetenek açısından çocuğun yaşıtlarından ne kadar ileride olduğunu ortaya koyar ki, bu da çocuğun üstün ve özel yetenekleri hakkında önemli bilgiler sağlar. Buna karşın, bir okul ortamınd
a sadece üstün ve özel yeteneklere odaklanmak doğru değildir. Elbette ki, üstün ve özel yetenekleri olan çocuklar da dikkate alınmalı ve her tür destek sağlanmalıdır. Ancak, sadece üstün çocuklar değil, diğer tüm çocukların da kendi yetenekleri arasındaki karşılaştırmalar yapılarak, baskın alanları hakkında ipuçları elde edilmeli ve çocuğun gelecek planlaması yapılırken bu bilgilerden yararlanılmalıdır.
Son olarak vurgulanması gereken nokta da, bu yaş çocuklarında zaman içinde değişiklikler meydana gelebileceğidir. Özellikle de, yeteneklerden henüz açığa çıkmamış olanlar, çocuğun gelişim seyrine göre zaman içinde ortaya çıkabilir. Bu nedenle, özellikle de anne-babaların, çocuklarında o güne kadar gözlemledikleri ve olduğuna kanaat getirdikleri yeteneklerine saplanıp kalmamaları gerekir. Bu, bir tür “yetenek körlüğü” olur ki, çocuk için bir çok yeni fırsatın kaçırılmasına neden olabilir. Önemli olan, çocuğu belirli yetenek alanları ile sınırlı değerlendirmek değil, esnek bir bakış açısıyla, süreç içinde yeni gelişmeleri de hesaba katmaktır.
Çocukların yetenek ve yatkınlıklarının uzmanlık düzeyinde ele alınıp değerlendirilmesi de oldukça önemlidir. Nihayetinde, çocukta belirlenecek yetenek ve yönelimler, onun gelecek planlarının da önemli belirleyicisi olacaktır. Bu nedenle, bu aşamada yapılacak hatalar, gelecekteki kararlar açısından da hatalı bir başlangıç noktası oluşturmaya neden olabilir. Bunu aşmanın en mantıklı yolu da, uzman desteği alınmasıdır.
 
Anne-babalar çocuklara, yetenek ve yatkınlıklarını destekleyecek ortamlar sağlamalıdır.
Okul öncesi dönemde çocukların yetenek ve yatkınlıklarına ilişkin çeşitli eğitim ortamları sunmak son derece önemlidir. Çocuğun çocuk olduğu ve eğlenme ihtiyacı gözardı edilmeden, yetenekleri ile ilgili çeşitli destekleyici etkinliklerle buluşturulması günümüz için artık bir gerekliliktir. Çocukların yeteneklerine yapılacak bu tür yatırımlar önemli olmakla birlikte, anne-babaların gözden kaçırmamaları gereken bazı noktalardan da söz etmek gerekir:
·      Verilen eğitimler sonucunda çocuğun “deha” olmasını beklememek gerekir.
·      Çocuğun, bir eğitimi sonuna kadar takip edip bundan sonra da sadece o alanda performans göstermesi için zorlamamak gerekir.
·      Yetenek alanlarına yönelik eğitimlerin zaman içinde çeşitlendirilmesi yararlı olur. Böylece çocukların hangi eğitimlerde daha iyi performans sergilediği ve hangi tür etkinliklerden hoşlandığı daha iyi anlaşılmış olur.
·      Çocuğun belirli bir alanda yeteneklerinin olması o alana ilgi duyacağı anlamına gelmemelidir. Bu nedenle, anne-baba belirli bir yetenek alanı için yönlendirme yaptığında, çocuğun bu alanda bir şeyler yapmak istememesi doğal karşılanmalı ve çocuğun üstüne gidilmemelidir.
Çocuklarımız yarının geleceği olacaksa, bu gelecek onların “severek” “yapabildikleri” alanlarda şekillenmelidir. Bu da, ancak biz yetişkinlerin gerçekçi ve bilimsel nitelikteki çabaları ile mümkündür. Biz yetişkinlere düşen sorumluluk, onların bugünkü hayallerini gelecekteki gerçeklikleri haline dönüştürmelerine destek vermektir.
 OKTAY AYDIN
 
 
 
 

17 Mart 2014 Pazartesi

ANNE BABALIK FELSEFESİ

Anne - Babalık felsefesi

Evlenip yuva kurmak, çocuk sahibi olmak, bir insanın hayatındaki en önemli süreçlerdendir. Özellikle ülkemizdeki gibi geleneksel kültürün egemen olduğu toplumlarda bu süreçlerin daha da özel bir yeri vardır. Bir anlamda bekarlıktan evliliğe geçişle adeta sınıfsal bir değişim yaşanmış olur. Evlilik sürecinin içindeki en özel zaman da çocuk sahibi olmaktır. Eşlerin çocuktan önceki hayatı ile sonraki hayatı arasında çok önemli farklılıklar vardır. Bu nedenle çocuk sahibi olmak oldukça ciddi bir karardır.
Geleneksel kültürde bütün bu süreçler programlanmıştır. Bir anlamda kişilerin çok da fazla düşünmesi gerekmez. Zamanı gelince askere gidilir, zamanı gelince meslek sahibi olunur, zamanı gelince evlilik olur, zamanı gelince çocuk olur. Zamanı ve süreci tayin eden kültürün normlarıdır. Bu her toplum için belirli ölçülerde geçerli bir işleyiştir. Ancak kültürel belirlemelerin yanında, gerçek dünyanın gerçek koşulları da kesinlikle gözardı edilmemelidir. Bu açıdan bakıldığında, eşlerin çocuk sahibi olmaya karar vermelerinde üç temel koşulun yerine getirilmiş olması gerekir:
1. Bir çocuğun ihtiyaçlarını uzun süre karşılayabilecek düzeyde ekonomik gelire sahip olmak
2. Bir çocuğun yetiştirilmesi yükünü kaldırabilecek bir duygusal hazır oluşa ve olgunluğa sahip olmak
3. Bir çocuğun sağlıklı ve doğru bir şekilde yetiştirilmesine uygun bir evlilik kalitesine sahip olmak
Anne-babaların çocuklarına yönelik olumsuz davranışlarının bir bölümünde, kişisel yaşantılarının ve evlilikteki geçmişlerinin yansımalarını görmek mümkündür. Çünkü genel anlamda söz konusu üç koşul pek de dikkate alınmadan çocuk sahibi olanlar hiç de az değildir.
Çocuğun yetiştirilmesi süreci, kimi zaman hazlar, neşe, coşku, eğlence ve mutluluk dolu iken kimi zamanlar da krizler, sorunlar, öfkeler, inatlaşmalar, baskılar, korkutmalarla doludur. Hatta kimileri için bu süreçte şiddete de yer vardır.
Çocuk yetiştirmek büyük bir mutluluk olmakla birlikte gerçekten oldukça da zor bir iştir. Anne-baba gerektiğinde kendini bile ihmal edebilir ama çocuğunu ihmal edemez ve etme hakkına sahip değildir. Bütün zaman planlamalarını çocuğa göre yapmak zorundadır. Onu hayatının merkezine koymak ve ona göre yaşamayı öğrenmek durumundadır. En azından uzunca bir süre bu böyle sürüp gider.
Çocuk yetiştirme sürecinin anne-baba için daha kolay ve yapıcı, çocuk için de daha verimli geçebilmesinin sorumluluğu anne-babaya aittir. Çoğu anne-baba iyi niyetli olarak bir çok kitap okur, eğitim ve seminer çalışmalarına katılır ve böylece bilgisini artırır. Bütün bu emekler çok sevdiği yavrusunun geleceğine yapılmış bir yatırımdır aslında.
Çocuk yetiştirme ile ilgili olarak anne-babanın yapması gereken ilk ve en önemli adımlardan biri "anne-babalık felsefesi” ya da "çocuk yetiştirme felsefesi” geliştirmektir. Felsefi bir algılama, davranışların düşünsel temellere sahip olması demektir. Çocuk yetiştirme ile ilgili olarak harcanan çabaların amacına ulaşması da aslında bu felsefi algılama ile mümkündür.
Anne-babalık felsefesi, çocuğa yönelik davranışlarla ilgili olarak "neden” ve "niçin” sorularına cevap vermeyi sağlar. Böylece anne-baba davranışları, belirli bir bilinç içeriğine sahip olmuş olur. Bu bilinç, ilişkilerle ilgili bütünsel bir fotoğraf geliştirmeyi sağlar. Böylece söz konusu ilişkiler derinlik ve genişlik kazanır. Bu bilince sahip anne-babalar, çocuklarıyla ilişkilerinde anlık durumlara değil, bütüne odaklanırlar. Durumsal tartışmalar ve kızgınlıklar, gelip geçici olur ve ilişkinin geneline zarar veremez.
Anne-babalık felsefesi, çocuk yetiştirmede tutarlı, kararlı ve anlamlı olabilmenin de belirleyicisidir. Davranışlarının altında belirli bir düşünsel alt yapı bulunan anne-babalar için doğru-yanlış, iyi-kötü kavramları, sorgulama ürünü olarak kazanıldığından, ilişkilerde ve iletişimde bu kavramlar aktif olur. Dolayısıyla anne-baba çocuğuna bir tepki gösterirken, bu tepkiye inandıkları için arkasında durma gücünü de gösterebilirler. Doğal olarak bu davranış mentalitesi, zaman içinde çocuğun da davranışlarına derinlik kazandırır.
Anne-babalık felsefesinin kazandırdığı en önemli özelliklerden biri de, çeşitli şekillerde öğrenilmiş olan iletişim tekniklerinin içselleştirilmesi ile ilgilidir. İletişim becerileri kapsamında beden dili, dinleme ve konuşma becerileri gibi davranış yapıları yer alır. Bu davranış kalıpları, aslında teknik bir beceri konusudur. Elbette ki bu teknik beceriler iletişimde son derece önemlidir. Ancak iletişim, bu teknik becerilerden çok daha öte bir şeydir. Kaldı ki, düşünsel bir alt yapıdan yoksun olduğunda söz konusu teknik becerilerin etkili olması beklenemez. Aksine kuru, anlamsız ve yapay bir yığın kalıp davranış olarak kalır.
Filozofik bir tavırla anne-babalık yapan eşler, bu teknik becerileri içselleştirebilir ve hayatının günlük rutin bir uygulaması haline getirebilirler. Bu teknik beceriler, kendi fotoğraflarının güzel bir parçası olur.
Anne-babalık felsefesi ya da çocuk yetiştirme felsefesi nasıl geliştirilebilir? Bu felsefenin oluşturulması çok kısa sürede çözümlenecek bir sorun değildir. Belirli bir felsefe ve bakış açısı geliştirmek bilgi ve düşünmenin harmanlanması ile şekillenebilir. Bu nedenle, anne-babanın, daha çocuk sahibi olmadan bu konuda hem bilgilerini artırmaları hem de aralarında konu ile ilgili sık sık görüş alış verişinde bulunmaları gerekir.
Toplumumuzda eşler arasında böylesi bir paylaşımdan söz etmek çoğu zaman oldukça zordur. Ancak okulların açılmakta olduğu bugünlerde, anne-babaların bu konuyu tekrar gözden geçirmeleri oldukça anlamlı olur. Anne ve babalar, bu konuda gerçek anlamda zaman ayırıp aralarında düşünce alış verişinde bulunmalı ve kendi aile değerlerini, çocuk yetiştirme tutumlarını, iletişimle ilgili önceliklerini netleştirmelidirler. Yıl içerisinde çeşitli dönemlerde de aldıkları bu kararları gözden geçirmeli ve gerekli güncellemeleri yapmalıdırlar.
Anne-babalık felsefesi oluşturmak için doğru soruları sormakla işe başlamak gerekir. Her anne-baba şu soruları birbirlerine sorarak süreci başlatabilirler:
- İnsanın doğası iyi midir, kötü müdür?
- İnsan özgür müdür?
- Çocuğumun özellikleri nedir?
- Nasıl bir çocuk istiyorum?
Anne-babalar, entellektüel yönden kendilerini geliştirirken şunu da hiç unutmamalıdırlar. Bütün bu felsefi ve düşünsel süreçler, ancak sevgiyle yüceltilebilir. Anne-baba, ailelerinin felsefi söylemlerini olgunlaştırırken çocuğu sevmenin de tadını çıkarmalı, onu doğaçlama ve koşulsuz sevgi ile doya doya kucaklamalıdırlar.
Yrd. Doç. Dr. Oktay AydınMarmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi
oktayaydin@emarakademi.com